top of page
  • Writer's pictureMünire

Mektup # 2: Birlikte!

Updated: Nov 3, 2018



Anne & Baba,

Hani sizin bir lafınız vardır. “Ezbere konuşuyor” dersiniz, birinin söylediklerinin günlük hayatımızda bir karşılığı, değeri ya da uygulanabilirliği yoksa. İşte, üniversiteler de şu sıralarda tam olarak bu durumdan, yani ezbere konuşmaktan şikayetçiler. Bu problemi çözmek için yeni yöntemler geliştirmeye çalışıyorlar. Adım adım bizim okulda izlenen yolu anlatacağım size bu mektubumda.

İlk olarak yönetim tüm hocalara yazılı bildiri yolladı. Bildiride üniversitelerin ve toplumun birlikte çalışmasının öneminden bahsediliyor ve hocalardan dönemlik ders programlarına öğrencileri kampüs dışındaki dünya ve insanlarla bir araya getirecek aktiviteler ya da projeler eklemeleri isteniyordu. Hocalara bu bildiriyi okuyup üzerine düşünmeleri için birkaç gün tanındı. Sonra her bölüm kendi içinde toplantılar düzenleyip bu konuyu enine boyuna tartıştı. Herkes toplum ve üniversiteyi birbirine yakınlaştırmak için neler yapılabileceği üzerine fikirler üretti.

Ortaya atılan en popüler ve görece uygulaması kolay olan yöntemlerden biri yerel halkın seçtiği konularda, mümkünse kampüs dışında bir yerde açık ders ya da atölye çalışması düzenlemek. Benim State College’da yaptığım, yaş, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaksızın herkese açık olan ve şehir merkezinde, ulaşımı çok kolay bir kitapçıda gerçekleşen Kültürler Arası İletişim Atölye Çalışmalarını buna bir örnek olarak düşünebilirsiniz.

Uygulaması daha zor ama bence çok daha önemli bir öneriyse öğrencilerin araştırmalarını dış dünya üzerinde değil de dış dünya ile birlikte yapmaları oldu. “Bu da ne demek? Zaten üniversiteler toplum için çalışan kurumlar değiller mi?” diye sorabilirsiniz. Haklısınız, ezbere konuşmalar bize böyle olduğunu söylüyor. Ama ne yazık ki çoğu zaman gerçek bu değil.

Her akademisyen bir sürü tez ve makale yazıyor. Bu tez ve makaleler belli başlı akademik dergilerde yayınlanıyor ve gene akademisyen olan çok küçük bir kitle tarafından okunup değerlendiriliyor. Bu bilgilerden yararlanabilecek bir sürü insanın yazılanlardan ya haberi bile olmuyor ya da bu bilgilerin işe yarayacağı akıllarına bile gelmiyor. Çünkü bilgiyi üretenler ve diğer insanlar arasında bir diyalog ya da bağ yok. Diyalog ve bağ kurmak için çaba da yok. Örneğin sizler ceviz, zeytin ve meyve yetiştiriyorsunuz. Yakın şehirlerdeki üniversitelerde bu konularda araştırma yapan belki bir sürü akademisyen var, ama biz bu insanlardan ve çalışmalarından haberdar değiliz çoğu zaman.

“Peki o zaman, diyalog kurulması için bizim üzerimize düşen ne?” sorusuyla çıktık yola. Sadece kendimizin değil öğrencilerimizin de bu sürece dahil olmasını istedik. Üniversitelilerin kampus dışına ellerini uzatmaları, gözlerini ve kulaklarını dünyanın ihtiyaçlarına açabilmeleri ve beyinlerini uygulanabilir çözümler üretmek için kullanmalarını teşvik için, onların yakın çevreleriyle iletişimini güçlendirecek yollar aramaya başladık.

Bu bağlamda bazı hocalar öğrencilerin kendi alanlarıyla ilgili yerel kurumlarla iletişime geçmesini ve proje teklifleri götürmesini sağladı. Öğrenciler yeni sosyal projeler oluşturmanın yanı sıra kasabada hali hazırda devam etmekte olan projelerde de görev almaya başladılar. Örneğin bazıları botanik bahçede çalışıyorlar, bazıları hayvan barınaklarında. Bir grup uluslararası öğrenciyse farklı kültür ve dilleri tanıtmak için ilk ve orta dereceli okullara gidip dersler veriyor. Kampüsteki aktivitelere yaşadığımız kasabanın insanlarının da katılımı sağlanmaya çalışılıyor. Benim danışmanlığımda kampus gazetesi çıkmaya başlayacak yakında. Bu gazetede üniversiteden, yakın çevreden, ülkeden ve dünyadan haberler yer alacak.

Böylece öğrenciler, akademisyenler ve halk birbirine “Sizin için ne yapabiliriz? Neye ihtiyacınız var? Bizimle omuz omuza çalışmak ister misiniz?” diye sormuş oluyorlar. Böyle bir tavır akademi ve diğer bütün insanlar arasında sağlam köprüler kurulmasını, değişimlerin birlikte yaratılmasını sağlıyor. “Ukala ve dünyadan habersiz akademi” ya da “cahil, yobaz halk” kavramları ortadan kalkıyor. İki tarafın birbirinden öğrenebilmesinin yolları açılmış oluyor. En önemlisi üniversiteler halkla iç içe olmasından ve üretilen bilgilerin paylaşılmasından ötürü günlük hayatın doğal ve vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş oluyor. Eğitim sadece maaş kazanmak için geçilen ve hatta katlanılan bir süreç olmaktan çıkıyor ve hak ettiği değeri görmüş oluyor.


Bizim ülkemizde yok mu böyle çabalar? Tabii var. Ama keşke daha çok olsaydı. O zaman bu karanlık günlerde herkes birbirine kolayca ve daha sıkı sarılırdı...

Bu sefer bir soruyla sonlandırmak istiyorum mektubumu. Bir grup üniversite öğrencisi ya da akademisyen bizim köye gelecek olsa neler yapmalarını isterdiniz onlardan? Hangi konularda iş birliğine davet ederdiniz?

Sevgiyle,

Kızınız


16 views0 comments

Recent Posts

See All

Kadin hakları ve taciz üzerine...

"Benim Zamanımda Buralar Ormanlıktı" Ben küçükken milletvekillerine ve bakanlara verilen dokunulmazlık hakkının – muhtemelen okuduğum hikayelerin de etkisiyle – ölümsüzlük hakkı demek olduğunu sanıyor

bottom of page