"Benim Zamanımda Buralar Ormanlıktı"
Ben küçükken milletvekillerine ve bakanlara verilen dokunulmazlık hakkının – muhtemelen okuduğum hikayelerin de etkisiyle – ölümsüzlük hakkı demek olduğunu sanıyordum; kötü ve karanlık insanlar, iyi (niyetli) ve ülkesi için güzel şeyler yapmaya çalışan devlet insanlarını öldüremesin diye yasalar çerçevesinde tanınmış bir hak. Yeni okumaya başladığım kitaplardan ve okulda anlatılanlardan anladığım kadarıyla, bazen anlaşamasalar da, tüm devlet insanlarının halkın iyiliği için çalıştığından çok emindim. Bu yüzden de dokunulmazlık haklarıydı tabii. Yalnız, bu hakkın mahkeme kararıyla veriliyor olması biraz tuhafıma gitmiyor değildi. İlahi güçlere mahkemenin hangi yöntemlerle ulaşıp “Ülkemizde milletvekili olarak görev yapan A, B, C… kişilerinin ölümsüzlüğünün onaylanmasını istiyoruz.” diye bildirdiklerini doğrusu çok merak ediyordum. Bu durumu da kim bilir nereden duyduğum “hukukun üstünlüğü” fikriyle açıklıyordum kendi kendime.
1993 yılında Turgut Özal öldüğünde yaşadığım şaşkınlığı tahmin edersiniz. Kafam büsbütün karışmış; hukukun üstünlüğüne olan inancım yerle bir olmuştu. Tabii zamanla yanlış olanın hukuk değil benim dokunulmazlık anlayışım olduğunu anladım.
Yazar Hasan Ali Toptaş’ın taciz suçlamalarına cevap olarak yayınladığı özür mesajı bana işte bu komik çocukluk anımı hatırlattı, çünkü gördüğüm kadarıyla Toptaş’ın o mesajda kullandığı “eril faillik” lafı hem sosyal hem de hukuksal anlamda birçok kesim için dokunulmazlık/ ölümsüzlük kavramları kadar kafa karıştırıcı olmuş.
Peki, nedir bu “eril faillik”? İnternette biraz araştırırsanız kavramı açıklamaya çalışan birçok yazıyla karşılaşacaksınız. Ben şahsen Gözde Yılmaz’ın 13 Aralık Pazar günü Birikim Dergisi’nde yayınlanmış makalesinde yaptığı açıklamalarla hemfikirim. Gözde Yılmaz diyor ki eril faillik, hukuki olarak suç olan tacizden bireysel olarak olayda adı gecen kişiyi değil de tarihsel ve kültürel olarak, neredeyse el birliğiyle yaratılmış, eğitimli bir entelektüel bile olsa bilinç ve farkındalık eksikliği giderilememiş bir “erkek”i sorumlu tutmak. Yani, “İstemeden, bilmeden yaptım. Ben değil tarihsel, sosyal ve kültürel olarak inşa edilmiş erkekliğim suçlu” diyebilme hakkı eril faillik. Özür dilermiş gibi söze giriyor, ama sonra yargılaması çok daha zor, çok daha soyut ve aslında çok daha kalabalık başka bir suçlu tayin ediyor tacizle suçlanan kişi.
Ne demek istediğimi biraz daha netleştirmek adına yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum.
Bundan neredeyse iki yıl önce davetli olduğum bir düğünde bir adam aralarında benim de bulunduğum bir grup davetliye bir arkadaşıyla girdikleri iddiayı anlattı. Gülerek ve sanıyorum anlattıklarının havalı ve eğlenceli olduğunu düşünerek, iddiayı kazanmak için arkadaşıyla bir barda, hiç tanımadıkları bir kadına reşit olmayan çocukları taciz içerikli sözler içeren bir şaka yaptıklarını anlattı. Dinleyicilerin suratındaki şaşkınlığı zaten sorgulamaya başlamış olduğunu görerek, anlatıcıya “Komik değilmiş. Ayrıca hapse girebilirdin.” dediğimde bana yaptığı açıklama Hasan Ali Toptaş’ınkine çok benziyordu:
“Çok oldu bu olay olalı. O zamanlar böyle şeyler bilinmiyordu, suç değildi.”
Yani bey efendi diyor ki “Eskiden buralar ormanlıktı, biz de avlanmaya giderdik.”
Daha da açalım konuyu…
Bu eril faillik mi bilmem ama gelenek ve kültürle verilmiş olan bir “eril dokunulmazlık” diyebilirim. Günlük hayatın o kadar büyük ve doğal bir parçası haline gelmiş ki “böyle gelmiş böyle gider” isimli tükenmeyen bir yakıtla çalışan, hayatın her alanında kadınları başka, erkekleri başka yerlere koyarak sınırlandıran bir mekanizma. Hukuk tarafından verilmiş bir hak olmasa da, hukuk bizim kültürel olarak benimsediğimiz doğrular ve ahlaki değerler doğrultusunda işlediği için hukuk tarafından destekleniyormuş gibi gözüktüğü zamanlar yok değil.[1] Kültür ve ahlak anlayışı ise sabit ve durağan değil, canlı ve değişkendir. Yani diyeceğim o ki, aslında eril dokunulmazlık, hem hukuki hem de kültürel anlamda ölümsüz değildir. Kadın hakları savunucusu ve eski Amerika Yüksek Mahkemesi Yargıcı Ruth Bader Ginsburg’un de ifade ettiği gibi, bazı kanunlar çağın gereksinimlerine uymadıkları için hükümsüz kalabilirler ve hukuk da iyi yöndeki sosyal değişimlere ayak uydurmak ve/ veya bu değişimleri desteklemek için değişmek ve gelişmek zorunda kalabilir. Eşit ücret ve çalışma şartları, doğum izni, aile içi ve dışı kadına karşı şiddet ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili çıkan yasaları bu duruma birer örnek olarak düşünebilirsiniz.[2]
Yine Ruth Bader Ginsburg’un söylediği gibi sosyal değişimler öyle bir gecede gerçekleşmez; adım adım ve yavaş yavaş gerçekleşir. Hal böyle olunca da eril dokunulmazlığa meydan okunduğunda bazı insanlar, ne kadar eğitimli ve bilgili olurlarsa olsunlar, benim Turgut Özal’ın ölmesine şaşırdığım kadar şaşırabilirler uğradıkları suçlamalar karşısında. Hatta durumun kendileri için ortaya çıkarabileceği potansiyel sonuçlardan ürkerlerse “Neden kadın beyanı esas alınıyormuş!!” diye hukuka bağırabilir, hukukun üstünlüğüne olan inançlarını sorgulayabilirler de. Tıpkı Hasan Ali Toptaş’ın yaptığı gibi. [3] Biraz düşününce onların da problemin hukukta değil, kendi dokunulmazlık anlayışlarında olduğunu göreceklerinden şüphem yok.[4]
“Kadının Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’nin Konumu” başlıklı makalesinin sonuç bölümünde Ankara Üniversitesi, Hukuk fakültesi öğretim üyesi Şafak Parlak Börü, ülkemizde cinsiyet eşitliği sağlanması ve kadına karşı şiddetin durdurulması için hukuki önlemlerin tek başına yeterli olmayacağını, asıl önemli olanın geleneksel rollerden sıyrılıp zihniyeti değiştirebilmek ve geliştirebilmek olduğunu anlatıyor. Sadece bu yazıyı kaleme aldığım süre zarfında bile Aylin Sözer, Selda Taş ve Betül Tuğluk’un öldürülmüş olduğunu düşününce söyleyeceklerimi fazla iyimser bulabilirsiniz. Ama bence, bütün bu sözünü ettiğim tepki ve şaşkınlıklar, “istemeden oldu, bilmiyordum”lar aslında değişimin çoktan başlamış olduğunun kanıtı. Dileğim yazar ve entelektüellerin kendilerine yöneltilen suçlamalar yersiz, haksız, kötücülse bile cinsiyet eşitliği ve kadına karşı şiddet konusunda kelimelerini dikkatli ve başkalarına örnek olacak şekilde seçmeleri; olayları kendilerinin ötesinde bir duyarlılıkla görebilip eril dokunulmazlığı/failliği kutsal toprak gibi korumak ve gerektikçe farkındalık ve bilinç eksikliğine mazeret olarak sunmak yerine sözleri, yazıları ve tavırlarıyla farkındalık ve bilinç yaratarak bu engellenemez değişime destek olmaları.
Münire Bozdemir
Aralık 2020
(Bu yazım ilk kez Cağdaş Edebiyat Sayfası, Ocak 2021 sayısında yayınlanmıştır.)
[1] İngilizce bilen ve geçmişten günümüze tacizle ilgili davaları okumak isteyen okuyuculara Directions in Sexual Harassment Lawkitabinda Reva B Siegel’in yazdigi A Short History of Sexual Harassment bölümünü okumalarını tavsiye ederim. [2] Kadınlara yönelik yasal düzenlemeleri kronolojik olarak görmek için: https://kadem.org.tr/kadinlara-yonelik-yasal-duzenlemeler/ [3] Hasal Ali Toptaş’ın kadın beyanı ile ilgili söylemi: https://www.gazeteduvar.com.tr/tacizleri-ifsa-edilen-hasan-ali-toptas-kadinin-beyanini-esas-almanin-bu-ulkede-nelere-yol-actigini-da-gorduk-haber-1507165 [4] Kadın beyanı ile ilgili genel ve kolay anlasilir bilgiler icin: https://www.youtube.com/watch?v=Wpnrna9diww&t=442s
Comments